Logo
TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU KONULU BİLDİRİ
Taahhüdü İhlal Suçunun suç olmaktan çıkarılması konusunda düzenlenen bildiri Tokat Milltvekilleri' nin tamamına gönderilmiş olup, ekte meslektaşlarımızın bilgilerine sunulmuştur. TOKAT BARO BAŞKANLIĞI

TOKAT BAROSU

AVUKAT HAKLARI KOMİSYON ÇALIŞMASI

İCRA VE İFLAS KANUNDA DÜZENLENEN “TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇU”NUN SUÇ OLMAKTAN ÇIKARILMASININ SONUÇLARI:

Son zamanlarda bir kesim sosyal medyada kamuoyu oluşturmak suretiyle “Taahhüdü İhlal Mağdurları” açılımlarıyla paylaşım siteleri kurmuşlar, bu durumu son dönemde ise siyasi arenaya, parlamentoya kadar sürüklemişlerdir. Oysa sesi çıkan bu kesimin yanında sesiz kalan ve sayısı milyonları bulan alacaklılar da bulunmaktadır. Devletin en yetkin gücü veya otoritesinin eylemli organı olan icra dairelerinin fonksiyonelliğinin tamamen ortadan kaldırılması adaletin ve hukukun amacı olamaz. Taahhüt edilen borcun ödenmesi bir yana, borçtan ve cezadan kurtulma amacından başka amacı olmayan bu baskı gruplarının haksız ve manasız taleplerinin dinlenmesi, sessiz kalan ama sayısı kat be kat fazla olan masum alacaklı vatandaşların devlet otoritesine olan güvencini sarsacaktır.
Bu konu ile ilgili olarak bir milletvekilinin TİS kaldırılması için bir kanun tasarısı hazırlayarak meclise sunduğu haberleri bizleri icranın son kalesi olarak kalan bu yaptırımın kaldırılması ihtimali karşısında endişelendirmektedir. Bu kısa açıklamadan sonra, bu suçun kanun maddesine bakılacak olur ise;

* 2004 sayılı İİK.nun 340. maddesinde ödeme şartını ihlal eden borçlunun 3 aya kadar tazyik hapsine karar verileceği düzenlenmektedir. Madde hükmü “ Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza:

Madde 340 - (DEĞİŞİK MADDE RGT: 01.06.2005 RG NO: 25832 KANUN NO: 5358/11) 111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez.”şeklindedir.

Anayasa Mahkemesine taahhüdü ihlal suçu nedeniyle; adil yargılanma hakkının ve sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı özgürlüğü kısıtlama yasağının ihlal edildiği ileri sürülerek başvuruda bulunulmuş, Yüksek mahkeme tarafından ise özeti aşağıda belirlendiği şekilde 12.02.2013 tarihinde şöyle karar verilmiştir.

1. ADİL YARGILANMA HAKKININ İHLALİ İDDİASI’NA KARŞI:

1. Anayasa’nın 148. maddesinin üçüncü fıkrası ve 6216 sayılı Kanun’un 45. maddesinin (1) numaralı fıkrası uyarınca, Anayasa’da güvence altına alınmış temel hak ve özgürlüklerinden, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve buna ek Türkiye’nin taraf olduğu protokoller kapsamındaki herhangi birinin kamu gücü tarafından ihlal edildiğini iddia eden herkeseAnayasa Mahkemesine bireysel başvuru yapma hakkı tanınmıştır. Anayasa’nın 148. maddesinin dördüncü fıkrası ile 6216 sayılı Kanun’un 49. maddesinin (6) numaralı fıkrasında, bireysel başvurulara ilişkin incelemelerde kanun yolunda gözetilmesi gereken hususların değerlendirmeye tâbi tutulamayacağı, 48. maddenin (2) numaralı fıkrasında ise açıkça dayanaktan yoksun başvuruların Mahkemece kabul edilemezliğine karar
verilebileceği belirtilmiştir.

2. Bu kapsamda, ilke olarak bireysel başvuruya konu davadaki olayların kanıtlanması, hukuk kurallarının yorumlanması ve uygulanması, yargılama sırasında delillerin kabul edilebilirliği ve değerlendirilmesi ile kişisel bir uyuşmazlığa derece mahkemeleri tarafından getirilen çözümün esas yönünden adil olup olmaması, bireysel başvuru incelemesine konu olamaz. Anayasa’da yer alan hak ve özgürlükler ihlal edilmediği sürece ya da açıkça keyfilik içermedikçe derece mahkemelerinin kararlarındaki maddi ve hukuki hatalar bireysel başvuru kapsamında ele alınamaz. Bu durumda, derece mahkemelerinin delilleri takdirinde bariz bir şekilde keyfilik bulunmadıkça Anayasa Mahkemesinin bu takdire müdahalesi söz konusu olamaz.

3. Başvuru konusu olayda başvurucu tarafından, ilk derece mahkemesince kendisine tazyik hapsi verilmesine rağmen aynı dosyada yargılanan ve kendisiyle aynı durumda olduğunu iddia ettiği bazı kişilere cezaya hükmedilmemesinin anayasal haklarının ihlaline yol açtığı belirtilmektedir. Dolayısıyla başvurucunun iddialarının özü, derece mahkemesinin delilleri değerlendirme ve yorumlamada isabet edemediğine ve esas itibariyle yargılamanın sonucuna ilişkindir.
4. Açıklanan nedenlerle, başvurunun kanun yolunda gözetilmesi gereken hususlara ilişkin olduğu, derece mahkemesi kararlarının açıkça keyfilik içermediği anlaşıldığından, başvurunun diğer kabul edilebilirlik şartları yönünden incelenmeksizin, “açıkça dayanaktan yoksun olması” nedeniyle kabul edilemez olduğuna karar verilmesi gerekir.

2. Sözleşmeden Doğan Bir Yükümlülüğün Yerine Getirilememesinden Dolayı Özgürlüğü Kısıtlama Yasağının İhlali İddiasına KARŞI:

5. Anayasa’nın 38. maddesinin sekizinci fıkrası şöyledir:

“Hiç kimse, yalnızca sözleşmeden doğan bir yükümlülüğü yerine getirememesinden dolayı özgürlüğünden alıkonulamaz.”

6. 2004 sayılı Kanun’un 340. maddesinde icra dairesinde kararlaştırılan ödeme şartının borçlu tarafından ihlali düzenlenmektedir. Maddede yaptırıma bağlanan sözleşmeye dayalı bir borcun ödenmemesi olmayıp, borçlunun haczedilen malının satışının taksitle ödeme teklif ve taahhüdü gerçekleşene kadar ertelenmesine ilişkin, resmî makamlar huzurunda verilen taahhüdün makbul bir sebep olmaksızın yerine getirilmemesidir. Burada korunan hukuki yarar, kişilerce devlet kurumlarına verilen sözlerin tutulması ve kamu otoritesine olan itimadın sarsılmamasıdır. (Anayasa Mahkemesinin 21/11/2002 tarih ve E.2000/415, K.2002/166 sayılı kararı).

TAAHHÜDÜ İHLAL SUÇUNUN OLUŞABİLMESİ İÇİN, ÖDENECEK TOPLAM MİKTARIN RAKAMSAL OLARAK BELİRLENMESİ, TARAFLARIN BELİRLENEN BU MİKTAR ÜZERİNDE İCAP VE KABULDE BULUNMASI ZORUNLUDUR. TAAHHÜT ESNASINDA ÖDENECEK MİKTARIN HİÇBİR KUŞKUYA YER VERMEKSİZİN BELİRLENMESİNDE ZORUNLULUK BULUNMAMAKTADIR;

Borçlunun ödeme şartını ihlal etmesi halinde icra ceza mahkemelerinde hemen cezalar verilmemektedir.Öncelikle,taahhüt edilen borcun küsuratına kadar doğru hesaplanıp-hesaplanmadığı, alacak kalemlerinin açıkça yetmez, ayrıca tek tek gösterilip-gösterilmediği, taksitler arasında işlemiş faizin net ne kadar olduğunun yazılıp-yazılmadığı, ihtarın usulüne göre yapılıp yapılmadığı, tebligatın yapılıp-yapılmadığı, yapılsa bile takibin kesinleşip-kesinleşmediğinin hatasız olarak belirlenmesi gerekir. Borçlunun hesap özetini veya tablosunu gördüm, itirazım yoktur, lehime işleyecek sürelerde feragat ediyorum şeklinde ki beyanları da mahkeme tarafından borçlu lehine yorumlanmaktadır. BİR VE İKİ YILLIK ZAMAN AŞIMI SÜRÜLERİ DE DİKKATE ALINDIĞINDA İŞ BU YASAL DÜZENLEMELER ZATEN BORÇLU LEHİNEDİR. Uzayan yargı süreci ve verilen mahkumiyet kararının kesinleşmesini takip eden yargı bürokrasisi de düşünüldüğünde bu suçun mağduru borçlu değil aksine hakkını arayan birde kamu otoritesi ve adalet dağıtan yargıyı verdiği söz ile aldatılan alacaklıdır. Hukuk haklının yanında onun hakkını korumak için vardır.

Türkiye’nin, icra uygulamalarında gelinen son durumu dikkate alındığında karnesi zayıflar ile doludur. Öncelikle telefon hattı hacizlerinin kaldırılmasından başlamak suretiyle, emekli maaş hacizlerinin kaldırılması, yılan hikâyesine dönen çek cezalarının kaldırılması ve en son 2012 yılında yapılan değişiklikle ev eşyalarının hacizlerinin kaldırılması karşısında vatandaşın alacaklarını tahsil edebilmek için kamu otoritesini kullanabilmesinin önü ciddi biçimde tıkanmıştır.
Şimdi de ödeme şartını ihlal suçunun kaldırılmaya çalışılmasıyla birlikte, tahsilât için son bir fırsat daha alacaklıların elinden alınmaya çalışılmaktadır. Bu durum çok ağır sonuçlar doğurabilir. Basiretli bir siyasetçinin bunun sonucunda, artık devlete güvenemeyen bir halde bulunan alacaklının durumunu da düşünmesi gereklidir. Şayet devlet, kurduğu hukuk düzeni ile insanlar arasındaki ihtilafları çözmekten acziyete düşerse, durumdan vazife çıkaracak illegal oluşumların devreye gireceğini söylemek kehanet olmasa gerek. Bu durumda hangi mantıkla yapıldığı bilinmez ama sürekli olarak “BORÇLUNUN YANINDA, BORÇLUNUN HAMİSİ” konumunda olan devlet, acaba bu seferde bu illegal oluşumlardan “BORÇLULARI” koruyabilecek mi? İnsanlar “maşa varken ben elimi ateşe sürmeyeyim” diye düşündüğü için devlet otoritesine sığınarak alacaklarının tahsil edilmesini beklemektedir. Sosyal hukuk devletinin amacı bireylerin haklarını güvence altına almak değil de nedir? Şayet bu yollar kapanırsa, AVUKATLAR olarak bizler icra takibi almayacağız ya da alamayacağız. Zira kimse sonuç alamayacağı işi almaz.

Devlet kendi alacağını almak için emeklinin maaşından doğrudan kesinti yaparken gerçekten “adil” mi davranmaktadır. O zaman neden bir sade vatandaş olan alacaklı emekli maaşından
alacağını alamamaktadır.

Yapılan değişikliklerle belki toplumdaki bazı kişiler “mutlu ve memnun” edilebilir. Peki, alınterini, emeğini, dişinden tırnağından artırarak yaptığı birikimini kanunlar ve uygulamalardaki boşluklardan da yararlanan o “mutlu ve memnun” kesime kaptıranlar ne olacak? Onlar ne zaman “mutlu ve memnun” edilecek???

Yasal düzenleme yaptığı sırada kanun koyucuda var olması gereken tek amaç, hukuku ve adaleti temin etmek suretiyle bireylerin haklarını güvence altına almaktır.Bu nedenle, kanun koyucunun sözde merhamet duygusu içerisinde hareket ederek hacizleri önemli boyutta sınırlandırması ve şimdi de taahhüdü ihlal cezalarını kaldırmaya çalışması, kanunen hak sahibi olan alacaklının alacağına kavuşmasına haksız olarak engel olmaktan başka bir şey değildir. Bu durum hukuk ve adalet anlayışıyla bağdaşmamaktadır. Yasal olarak hak sahibi olduğu alacağına yasal yollarla kavuşamayacağı yönünde kanaate varan vatandaşın ticarette daha temkinli davranacağı, vadeli alış veriş yapmaktan kaçınacağı düşünüldüğünde, yasa koyucunun bu yanlış tutumu karşısında ticari hayatın da oldukça olumsuz etkileyeceği ortadadır. Ama tüm bunlar karşısında bile kanun koyucu duyarsız kalmakta, gerçekleri göz
ardı etmektedir.

T.C. Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2001/8-151 Esas- 2001/169 Karar ve 25.09.2001 tarihli ilamına göre; “Taahhüdü ihlal suçunun müeyyide altına alınmasının amacı, borçlunun rızası ile ödemenin ne zaman yapılacağı sözünün verilmesi bu sözün yerine getirilmemesi halinde cezalandırılacağını borçlunun bilmesidir. Müeyyide altına alınan husus verilen sözde durulmamasıdır. Borcun miktarının az veya çok olması önemli değildir.”

Bunun yanında İİK. nun 354. maddesinde belirtildiği üzere, borçluya borcunu ödenmesi halinde ceza verilemeyeceği daha doğrusu davanın bütün neticeleri ile düşeceği konusunda kanun bir hak vermiştir. Bu nedenle sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı özgürlüğü kısıtlandığına ilişkin iddia tamamıyla yersizdir.

Peki ya biz avukatlar yıllarca emek vererek, hakarete, tehdide, şiddete maruz kalarak sonuca yaklaştırdığımız her işte neden yeni bir yasal düzenlemeye maruz kalıyoruz. Bizler devlet ile vatandaş arasında köprü vazifesi görmekteyiz. Vatandaşın yasal haklarını kullanabilmek için yegane vasıta bizleriz. Bizim ekmeğimizle, emeğimizle oynanırsa hiç kimse bizden bu görevi yerine getirmemizi bekleyemez. Bizlerin yokluğunda ise ortada nehukuk kalır ne de demokrasi.
Ekmeğimizle,emeğimizle oynamayın…

Biz Avukatlar olarak artık müvekkillerimize yapılan bu değişiklikleri söylemeye UTANIR hale geldik. Hiçbir mantıklı açıklaması olmayan ve vicdanlarda hiçbir zaman yerini bulmayacak bu uygulamaların derhal sona erdirilmesi, alacaklılara haklarının avukatlara da yetkilerinin iade edilmesi gerekir. “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” sözünde geçen mülk kelimesi devleti temsil eder. Adalet olmazsa devlette olmaz.

SONUÇ : Taahhüt ihlal suçu, adil yargılanma hakkının ve sözleşmeden doğan bir yükümlülüğün yerine getirilememesinden dolayı özgürlüğün kısıtlanması sonucunu doğurmaz. İcra suçları, özellikle taahhüt ihlal suçu; devlet otoritesi olan icra organına karşı verilen sözün tutulmaması sonucu kamu otoritesine olan itimadın sarsılmasıdır. Birde sessiz kalıp hakkını yasal yollardan arayarak devlete güvenen alacaklıların durumunu hiçe saymak hukuka uygun davranış olmaz.Taahhüdü ihlal suçunun işlevsel hale getirilmesi yargı bürokrasisinin azaltılıp, yargının bu tür şekli suçlarda hareket alanın zenginleştirilmesi için çalışma yapılması yerine, bu suçun cezasız bırakılması ADALETSİZLİK olur. Bu yönlü düzenlemelerin karşısında olacağımızı, her platformda daha geniş çalışmalar ile mücadele edeceğimizin bilinmesini bilgilerinize rica ederim. 18/06/2013

Av. Faruk BOSTANCI

TOKAT BARO BAŞKANI
28.06.2013 09:26:00